Bu Blogda Ara

Tarih (1.Bölüm)

[ Birinci Bölüm ][ İkinci Bölüm ][ Üçüncü Bölüm ]

--------------------------------------------------------------------------------
BİRİNCİ BÖLÜM

  • Kilikya
  • Genel Bilgi
  • M.Ö.5500-2000 Yılları arasında Mersin
  • Pitura
  • M.Ö.1200 ve Sonrası
  • M.Ö.78 Soli ve Pompeipolis
  • Bizans Döneminden Osmanlı Dönemine

Bugünkü Çukurova'nın bulunduğu bölgenin tarihteki adı Kilikya (CILICIA) dır.

Coğrafi ve Fiziki bakımdan iki farklı kısıma ayrılır.

Birincisi, Dağlık Kilikya (CILICIA TRAHEIA)dır ve Alanya'dan Limonlu (LAMUS) Çayına kadar olan bölgedir.

İkincisi, Ovalık Kilikya (CILICIA PEDIAS) dır ve Limonlu Çayından doğuya kadar kısmen İçel ve Adana ilinin tamamını kaplayan bölgedir. Bölge; Mersin Çayı-Deliçay eski adı ile ANHIA LEOS, Tarsus Irmağı (KYDNOS), Seyhan Nehri (SAROS) ve Ceyhan (PYRAMOS) nehirlerinin suladığı ovadır. Kilikya, kuzeyden ve Batı'dan Toros Dağları, doğuda Anti Toros Dağları ve güneyde Akdeniz ile sınırlıdır. Toroslardan tek giriş kapısı Gülek Boğazı'dır. Charles Texier, bu kapıyı ele geçiren kuvvetin, Küçük Asya'ya sahip olacağını yazmıştır. Bölge, sırası ile Hitit, Yunan, Roma, Bizans hakimiyeti altına girmiş, zaman zaman Arapların istilasına uğramış, XI.yy'da Selçukluların, XIV.yy'da Karamanoğullarının, XVI.yy'da ise Osmanlıların hakimiyetine geçmiştir.

Bölgeye ismini veren Kilikya adının nereden geldiğine ilişkin çeşitli araştırmalar vardır.

Bazı araştırmalara göre Dorfiyen'lerin Yunanistan'ı ve adaları istila etmesi üzerine buraya göç eden Akalılar tarafından Kilikya ismi verildiği iddia edilmektedir.

Victor Langlois, Tarsus Irmağı ile Seyhan Nehri arasındaki bataklık bölgede çok miktarda manda yetiştiğinden ve KİLİK kelimesinin karşılığı MANDA-CAMUS olduğundan buraya Kilikya denildiğini belirtmiştir, ancak en isabetli izahın Heredot tarafından yapıldığı kabul edilmektedir. Orta Asya'dan gelip Suriye sahillerine yerleşen Finike'lilerin meşhur kahramanlarından AGENOR'un oğlu CILIX tarafından bölgenin iskan edildiğini ve onun adına izafeten Kilikya - CILICIA adı verildiği şeklindedir. Kelime, Yunan dilinde Kiliki veya Kilikya, Latincede Çiliçi, Çiliçia ve diğer dillerde de Cilicie tarzlarında söylenmektedir.

Kilikya tarihte çok ünlü şahsiyetleri konuk etmiş ve birçok olaylara sahne olmuş bir bölgedir.

Hıristiyanlık, dünyaya bu bölgeden yayılmıştır. Saint Paul Saul, Tarsus'ta doğmuş, tahsilini burada yapmış ve yaşamıştır. Aziz Paul'un talebelerinden olan ve Hıristiyanlıkta azize mertebesine yükselmiş olan Thekla, Meryemlik (ya da Aya Thekla olarak anılan mevkii Silifke - Taşucu arasında Hıristiyanlarca kutsal sayılan bir yerdir. Yeraltı Kilisesi ve bir sarnıç iyi durumda olup, diğer kilise, sarnıçlar ve vesair eserler tanınmayacak durumda haraptır. Burada Hıristiyanlarca zaman zaman ayinler düzenlenmektedir.) adı verilen yerde yaşamış ve burada vefat etmiştir. Aya Thekla, Saint Paul'u Konya'da görmüş, ona inanmış, Hıristiyanlığı Anadolu'ya birlikte yaymaya başlamışlar ve bu arada başına birçok felaketler gelmiştir. Konya'da yakılmak suretiyle öldürülmesine karar verilmiş, ancak müthiş yağmurlar ve seller nedeni ile yakılamadığı için kurtulmuş, Afyon civarında aslanlara parçalatılmak istenmiş ancak yine kurtulmuştur. Sonradan Meryemlik denilen yerin altında inşa ettirdiği kilisede dini yayma işlevlerine devam etmiş ve burada ölmüştür.

Büyük İskender'in oğlu Tarsus'ta dünyaya gelmiş ve ailesi dokuz yıl burada ikamet etmiştir. Yine Büyük İskender, Tarsus Irmağında yıkandıktan sonra hastalanmış ve ölümden güçlükle kurtulmuştur.

Bu arada Tarsus, hükümet merkezi olmuş ve Kleopatra ve Antuan burada evlenmişlerdir. Tarsus'ta bir mabedde yapılan düğüm törenlerine birçok Asya hükümdarı da davet edilmiştir.
Roma İmparatoru Jül Sezar da Tarsus'ta bulunmuştur. M.Ö.48 yıllarında buraya gelen Sezar, Bölge Valilerini toplayarak yönetimi yeni bir düzene koymuştur. Tarsus'ta bulunduğu süre içerisinde yöre halkının sevgisini kazanmış ve bu nedenle Tarsus'a JULIAPOLIS adını vermişlerdir.

Arap Hükümdarlarından Harun Reşit'in oğlu Me'mun Tarsus'ta vefat etmiştir. İngilizleri Hıristiyan yapanlardan eski Kentenböri (Canterbury)Başpiskoposlarından TEODOR, Tarsus'ludur.

Bütün dinlerde yer almış bulunan Eshabı-Kehf olayı da Tarsus'a mal edilmiştir. Bilindiği üzere olay şöyle hikaye edilir. Saint Paul'un Hıristiyanlığı yaydığı dönemlerde bu dini kabul eden Efes'li gençlerden Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Debranuş ve Kefestetayüs'ün, putperestlik olan Roma dinini terketmeleri, Roma imparatorlarından DECIUS'u sinirlendirmiş ve seçtikleri dini terketmedikleri takdirde öldürüleceklerini gençlere bildirmiştir. Korkan gençler yanlarına köpeklerini de alarak bir mağaraya sığınmışlardır.(Halen Eshab-ı Kehf Mağarası olarak bilinen bu mağara Tarsus'un 14 km. kuzeybatısında Ulaş Köyü yakınında bir dağ eteğindedir.) Bir deyişe göre 187 yıl, bir başka deyişe göre 376 yıl burada uyuyakalmışlardır. Uyandıklarında alışveriş yapması için içlerinden birisini çarşıya göndermişler, fakat paranın DECIUS devrine ait oluşu, halbuki devrin imparator TEODOSIUS devri olduğunu ve aradan çok uzun sürenin geçtiğini öğrenince tekrar mağaralarına dönmüşler ve orada bir daha çıkmamak üzere kalmışlardır. Bu olay Kuran-ı Kerim'de Kehf Suresi 1,2,3 Bölümlerinde yer almıştır.

Ünlü Hatip Çiçeron da M.Ö.51 yıllarında Kilikya Valisi olarak Tarsus'ta ikamet etmiştir.

Yine hemen hemen bütün tarihçilerin belirttiği bir olay da şudur. Haçlı Seferleri sırasında Silifke'ye gelen Alman İmparatoru FREDERİK, Göksu nehrini atı ile geçerken attan düşerek boğulmuştur ve Meryemlik'e gömülmüştür. Bir söylentiye göre kemikleri, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya'nın Ankara Büyükelçisi olan Von Papen tarafından ülkesine gönderilmiştir.
Kilikya, Doğu ve Batının göç yolu üzerinde bulunduğundan dolayı çok önemli bir bölgedir. Yukarıda birkaç örneğini verdiğimiz olaylar ve bölgeye gelen şahsiyetler çok fazladır. Ancak çok eski bir yerleşim bölgesi olan Mersin'in, Tarsus'a kıyasla tarihte önemli bir yeri yoktur. Kilikya'nın sahil kesiminde ZEPHIRIUM körfezi üzerinde kurulmuştur. Zephirium, Mersin kentinin antik adıdır. Halkevi civarında temel kazılaraı sırasında eski şehre ait tarihi kalıntılara rastlanmıştır. Aynı tür eserler Çavuşlu Mahallesindeki tesadüfi kazılarda da görülmüştür. Mersin'de ciddi bir arkeolojik araştırma yapıldığı taktirde bu konuda daha aydınlatıcı bilgilere kavuşulacağı muhakkaktır.

Mersin Tarihi - PİTURA-YUMUKTEPE

M.Ö.5500-2000 Yılları arası

Mersin'de Anadolu Medeniyetlerinin en eski izleri Yumuktepe Kazıları ile ortaya çıkmıştır.

Gaziantep'in 50 km. batısındaki Sakçagözü mevkiinde arkeolojik kazı yapmakta olan Neilson grubuna bağlı Liverpool Üniversitesi Profesörlerinden JOHN GARSTANG, 1936 yılında inceleme gezisine çıktığı Mersin'deki bazı höyükleri de incelemiştir. Mersin'in birkaç kilometre kuzey batısında ve yakın zamana kadar Soğuksu adı ile bir mesire yeri olarak bilinen Yumuk Tepe'de kazı yapmaya karar vermiştir. 1937 yılında 1940 yılan kadar devam eden kazılar, yörenin Neolitik devirden beri yerleşim alanı olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Yapılan sondalara göre bu tepe su seviyesine kadar meskun alandır. Höyük, Akdeniz'le Toros silsilesi arasındaki dar bir geçide hakimdir. Bu noktada geçit, 5-6 mil genişliğidedir. Tepe'nin eski çağlarda bir oymak sınırı veya serhaddi olduğu sanılabilir. Toroslardan daima akan bir ırmak tepenin eteklerinden geçer. Truva ile Doğu arasındaki esas ticaret yolu, Tepe'nin kuzeyinden geçer ve Mezopotamya'ya Karkamış yoluna bağlanır. Böylece, hem karadan hem denizden gidiş gelişe elverişli olması bu yerin tarih boyunca yerleşilmesine sebeb olmuştur. Aslında burası, şimdiye kadar bilinmeyen iki devamlı Prehistorik kültürün besleyicisi idi.

M.Ö.2100-1500 yıllarına rastlayan tarihi tabakalar, Anadolu Yaylası ve kuzey Suriye'ye yayılan halkların işgal çağına tanıklık eder. Daha sonraları bu tabakalar, eski Hitit İmparatorluğu'nun hakiki kalesine çevrilmiştir. Bundan sonra gelen üst tabakalarda ara ile, Eski Yunan, Bizans ve Orta Zaman Arapların yerleşimine ait izler görülür. Garstrang, V. ve VII.tabakalar arasında M.Ö.1450-1200 yıllarına rastlandığını, bundan sonra gelen tabakanın ırmaktaki sıfır noktadan 19 metre yukarıda ve Tepe'den 6 metre aşağıda olduğunu ifade etmiştir.

IX.,X.,XI. tabakalarda önemli planlar ve pek çok arkeolojik malzeme, çanak, çömlek ve tunç eşya elde edilmiştir. Alt tabakalara inildikçe de önemli sonuçlar elde edilmiştir. M.Ö.4000 yılı Kalkolitik çağının birbiri ardınca 5 iskan devri kalıntılarına 17,40 ve 14,30 metre tabakaları arasındaki geniş sahada rastlanmıştır. XVI. tabakada takriben 15 metrekarelik alanda, bir tabye ile bir şehir duvarına merbut ve içten bir bekçi odası ile mıhafaza edilmiş kalın bir burç tesbit edilmiştir. Burada elde edilen çanak, çömlekler parçalar halinde olmalarına rağmen, iyi durumlarını muhafaza etmişlerdir. Bunların bolluğu, Mersin'in bu sınıf çanak çömleği yayan bir merkez olduğu kanısını vermektedir.

13,60 metre derinlikte ve yine XVI. yerleşme katında da bazı kalıntılar bulunmuştur. Bu katta, mazgallı bir istihkam ve ona bitişik odalar ile münferit bir evi ihtiva eden şehir parçası bulunmaktadır. Sur duvarı üzerinde bir sıra 20x50 santimetre ebadında dar mazgal delikleri, sur'a dayanan iç odaların herbirinde uygun aralarla pencereleri andıran menfezler tesbit edilmiştir. Menfezler alçak olmalarına rağmen, çökerek ok atan bir muharibin hareketine elverişlidir. Odaların birbirine ekli düz damları uygun bir müdafaa alanı teşkil edebilir. Çamurdan yapılmış ve kısmen pişirilmiş gülleler ve bunlardan sayıca daha az olan sel taşlarından mürekkep cephane, kuşatmaya karşı sapan kullanıldığına işaret eder. Şehrin hücumla ele geçirildiği ve yakılıp yıkıldığı sanılmaktadır. Buna rağmen odalardaki, eşyaların yerli yerinde kaldığı görülmüştür. Her oda önünde kapalı bir avlu vardır. Oda önlerindeki direkler bir gölgelik bulunduğunu gösterir. Esas duvara bitişik odalar her ne kadar şehrin savunmasına ayrılmış ise de içinde yaşayan birlikleri de ihtiva ve her ihtimale karşı evli askerlerin odalarını teşkil etmekte idi. Esas duvar köşeleri kalın sıva ile kaplanmıştır. Nehre bakan ve köşenin keskin kıvrımlı batı ucunda esas geçit vardır. Burası duvar dışı bir kule ve içten küçük bir bekçi odası ile muhafaza edilmiştir. Geçit 4, kapı yolu 2 metre genişliğindedir. Batıda 12 metre uzunluk ve 4 metre genişlikte bir avlusu bulunan büyük bir bina, büyük pişirme fırını ve 6 metrekare büyüklükte iki sıra odalar mevcuttur.

Bu kazılardan çıkarılan sonuca göre, Mersin yöresi M.Ö.5500 yılından titbaren bir yerleşim alanı olarak kullanılmıştır ve Taş devrinden Tunç devrine kadar bütün devirleri yaşamıştır.

M.Ö.1200 ve Sonrası:

Bu dönem; Kızvatna, Kue, Persler, Selökitler ve Romalıların bölgede hakim oldukları dönemdir.
Eti'lerin büyük kralı Hattusil'in, bu havalinin bir prensesi olan Putukhipa ile evlenmesi üzerine Kilikya bölgesi Eti İmparatorluğu'na dahil edilmiştir. Kilikya bölgesinde hüküm süren Kızvatna ve Arzava Kralıkları M.Ö.1806 da Musil I. zamanında Eti İmparatorluğu'na dahil edilmişlerdir.
Hitit İmparatorluğu'nun M.Ö.1180 yılında yıkılması üzerine, imparatoruk bir çok küçük kralıklar arasında bölüşüldü. Bu arada ticaret ve denizcilikte çok ileri olan Finike'liler de bilhassa sahil kesiminde bazı bölgelere yerleşmişledir.

Etilerin yıkılışından sonra bütün Kilikya'ya Kue'lilerin hakim olduğu anlaşılmaktadır. Bu devletin sınırları, Toros dağlarının eteklerinden Mut ve Alanya'yı içine alacak şekilde uzanmaktadır. Tarsus'unda bu devlete başkentlik yaptığı sanılmaktadır.

Tarsus, Kilikya devrinde dünyanın belli başlı şehirleri arasına girmiş ve medeniyete çok hizmet vermiş bir şehirdir. Bu devirde Mezapotamya, Akdeniz ve Mısırla Anadolu arasında önemli bir ticari mübadele merkezi olduğu gibi, mevcut üniversitesi ile de fikir bakımından üstünlüğünü kanıtlamıştır. Tarsa, Tarsu, Tarzı, Tarza, Tarsis gibi isimlerle şöhret olan bu şehrin hangi tarihte kimler tarafından kurulduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, yedibin yıllı bir geçmişi olduğu sanılmaktadır. Romalılar devrinde Roma generalleri Soli'de oturmalarına rağmen Tarsus yine Kilikya'nın baş şehri vazifesini görmüştir.

Kue Krallığı'nın Asur eyaleti haline gelmesinden bir süre sonra Asus Devleti de yıkılmış ve bölgeye önce yerli sülaleler, sonra da Perler hakim olmuştur. M.Ö.334 yıllarında Anadolu ve oradan Kilikya'ya inen İskender, Pers hakimiyetine son verir. İskender'in ölümünden sonra generallerinden Selefkos Nikator bölgeye hakim olur. Selefkosların Mısır istilasına karşı Romalılardan yardım istemesi sonucu bölge Romalıların hakimiyetine girer. Bu arada kısa bir hükümranlık süren Ermeniler de, Romalılar tarafından Kilikya'dan sürülürler.

SOLİ - POMPEİPOLİS:

Mersin'in 10 km. batısında bulunan, o günkü adı ile SOLİ şehri tarihte önemli bir yer tutar. Greklerin SOLEİ şeklinde yazdıkları bu şehrin adının güneş manasına gelen SOL'den türediği sanılmaktadır. Soli şehrinin Atinalı meşhur Solon adına izafeten kurulmuş olduğu iddiası bir Yunan efsanesi olarak kabul edilmektedir. Soli'nin Kıbrıs'tan gelen Arjien kolonisi tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Sonraları burası bir korsan yatağı haline gelmiştir. Buraya yerleşen Kilikya korsanları sahip oldukları 1000 gemi ile yalnız gelip geçen gemileri değil, civarlara da hücum ediyorlardı. Roma M.Ö.78 yılında komutan Popliesservios idaresinde asker gönderdi, İzori de denilen bu komutan bir netice alamadı. ikinci defa Mark Antuan kumandasında ve bir yıl sonra da Seritikos kumandasında üç defa asker gönderildi. Bu seferlerden de bir sonuç alınamaması üzerine Pompe kumandasında gönderilen askerlerle korsanlar mağlup edildi. Pompe korsanlardan onbin kadarını öldürüp, yirmibin esir aldı. Sahildeki kaleleri yıkarak kendi adını verdiği Pompeipolis şehrini inşa ettirdi.

Şehrin bir kapısından diğer kapısına kadar ikiyüz direk bulunan bir cadde bulunuyordu. Halen bunlardan pek azı mevcuttur. Şehrin önünde inşa edilmiş olan limanın harabeleri halen görülmektedir. Meşhur Çiçeron burada valilik yapmıştır. Hıristiyanlıktan sonra Pompeipolis, Yukarı Kilikya'ya bağlı bir baş papazlık olmuştur.

Bizans Döneminden Osmanlılar Dönemine:

Roma'nın ikiye ayrılmasından sonra, Kilikya bölgesi, merkezi İstanbul olan Doğu Roma İmparatorluğu idaresine geçti. Bölgede buluna Tarsus Saint Paul'un doğduğu şehir olması sebebiyle Kilikya'ya özel bir önem veriliyordu.

Kilikya'ya ikinci defa hücum eden Emeviler Devleti Halifesi Muaviye, Kilikya'yı zaptetti, İstanbul'a kadar ilerleyerek İstanbul'u da kuşattı. Ancak müslümanların ihtilafa düştükleri bir sırada Bizanslilar Kilikya'yı yeniden ele geçirdiler. 675 yılında bölge yeniden müslümanların eline geçer ve Emeviler buraya Müslim adında bir vali atarlar. Halifelik 718 yılında Abbasilere geçince, saltanat değişikliğinden istifade eden Bizanslılar bölgeyi tekrar ellerine geçirirler. 853 yılında Abbasiler bu toprakları geri alıp, Abbasilerin bir eyaleti haline getirirler. Selçukların Kudüs yolunu kapamaları nedeni ile haçlıların Küçük Asya'da görünmeleri, Kilikya'daki yönetimin bir süre haçlıların eline geçmesine neden olur.

Batı tarihçileri Kilikya'da Ermeni hakimiyetinden bahsederler. Ermeniler Kilikya'da değil, dünyanın hiçbir yerinde ciddi bir devler oluşturamamışlardır.

Ermenilerin Anadolu'ya ve Kilikya'ya gelişleri, doğudan gelen istila ordularının önüne katılmaları sonucudur. Kilikya'da kurdukları küçük prenslikleri, güçlü devletlere haraç vererek yaşatmışlardır. Romanın ve Bizansın zayıf zamanlarında, Seçukluların taht kavgasına tutuştukları zamanlarda Kilikya'nın şehir ve kasabalarında boy göstermişler, daha sonra Toroslara çekilerek bir tampon görevi görmeye devam etmişlerdir.

Selçuklular tarihinde Ermenilerin belirttiğimiz durumunu gösteren belgeler mevcuttur. Nitekim, Ermeni Prenslerinden Leon'un, İzzettin Keykavus'a yazdığı mektupta şöyle demektedir."...Yüce merhametinizden ümit budur ki, günahımı bağışlarsınız. Bundan böyle kulluk halkasını kulamığa takar ve haracı iki katına çıkarırım. Her sene yirmibin altın haracı huzurunuza layık armağanlarla beraber gönderir ve geçen seneden kalan haracı da ayrıca ödeyerek kulluk vazifesinden bir dakika geri kalmıyacağımı taahhüt ederim."

Ermeni Prensi Hatum, Selçuklulara haraç vermeyince Alaattin Keykubat tarafından ağır bir darbeye maruz bırakılıp perişan olunca, şöyle yazarak dehalet etmiştir. "....Eğer bize günahımız derecesinde azap edcekseniz şu tarihte bu suçlu kullarınıza vurduğunuz darbeler ve yaptığınız tevbihler kafi gelmiştir.... Kesilecek sikkeyi sultanın bahtiyar lakabıyle şereflendirelim. Haracı iki misline çıkaralım." Bu arada Orta Asya'dan gelen Moğolların Anadolu'yu alt üst etmesi Ermeni prensi Hatum'um hileli siyasetini canlandırmıştı. Bizzat Moğol Hakanının yanına giderek onun bastığı topraklara yüz sürmüştür. Moğollar Ermenileri kendilerine sadık bulmuşlardı, ancak Mısır Kölemenlerine yenilince Ermeniler yine korumasız kalmışlardır. Bundan sonra Kilikya'da Karamanoğullarının ve Zülkadiroğullarının hüküm sürdüğü görülür. En son Ramazanoğullarının doğması ile 14.asır ortalarında Ermeni prensliğinin ortadan kalktığını görürüz.

--Sayfa Başı--

Hiç yorum yok: