İKİNCİ BÖLÜM
- Mersin'in İşgali ve Mücadele Yılları
- İşgalde Ermeniler ve Genelde Ermeni Meselesi
- İşgalde Olaylar
- İşgalin Son Günleri
- Mersin'in Kurtuluşu
- 1877 tarihinde Mersin'de mevcut 26.203 kişinin, 1506'sı Ermenidir.
- 1881'de 19.707 Türk nüfusuna karşılık 1152 Ermeni vardır. (Yabancı Kaynak)
- 1883'de 19.737 Türk nüfusuna karşılık 1174 Ermeni vardır. (yabancı Kaynak)
- 1890'da 29.185 Türk nüfusuna karşılık 860 Ermeni vardır. (Vital Cuinet)
Aynı yıl Osmanlı kaynakları Ermeni nüfusuna 183 olarak belirtmektedir. Yine Osmanlı kaynaklarına göre, 1892 yılında Mersin'de Ermeni nüfusu 427 olarak gösterilmektedir. 1904 tarihinde, Yunan kaynakları Mersin'deki Ermeni nüfusunu 900 olarak göstermişlerdir. Belirtilen tarihlerde Ermenileri soykırıma tabi tutmak şöyle dursun, bir çok devlet dairelerinde kendilerine önemli mevkiler verilmiştir. Ermeni halkına zulüm değil, aksine itibar gösterilmesi, yalnız Mersin'de değil, bir çok Osmanlı kasabasında da olmuştur.
Ermenilerle Türkler arasındaki problemler, gerçekte bu iki toplumun dışındakilerin yaratmasıdır. Biraz da bu konuya bir açıklık getirelim.
Vaktiyle Ruslar, Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkmak için, Hınçak ve Taşnak adlı Ermeni Örgütlerini devamlı Türkler aleyhine kışkırtmışlardır. Aynı davranışı, İngiltere, Amerika ve özellikle de Fransa da yapmıştır. İki toplumu birbirine kırdırmayı da başarmışlardır.
Bunun ilk örneği, "İğtişaş" olarak isimlendirilen Adana olaylarıdır. II.Meşrutiyet'in getirdiği özgürlüğü hazmedemiyenlerin çıkardığı olaylardan biri de İstanbul'da cereyan eden 31 Mart olayıdır. Bu arada, dışarıda da Avusturya-Macaristan, Bosna-Hersek'i işgal ediyor, Girit Yunanistan'a katılıyor, Bulgarlar bağımsızlıklarını ilan ediyorlardı.
Adana Ermenilerinin de "Küçük Kilikya" hayalleri bu kargaşalık içerisinde canlanıyor ve önderliğini Monsenyör Museg isimli bir komiteci ve din adamı, sürekli verdiği nutuklarla halkını devamlı olarak Türkler aleyhine kışkırtıyordu. Öyle bir hava estiriyordu ki, Ermeniler Türkleri, özellikle kalabalık oldukları yerlerde, mahvedecekler ve batılılar donanmaları ile güney sahillerine gelip bunları destekleyecekler. Bu arada Muhammediye adlı bir Cemiyet de, Ermenilerin bu tutumuna karşılık sert tavır koyuyordu. Beklenen olayın gerçekleşmesi için herşeyin hazır olduğu bir ortamda, İstanbul'daki 31 Mart Vakasının ertesi günü, yani 1 Nisan 1909 günü Museg'in emri ile Ermeniler ilk silahı patlatıyor. Misis, Erzin, Dörtyol ve Tarsus'un Hamidiye kasabalarında kan gövdeyi götürüyor ve Adana içerisinde bazı Ermeni gençlerinin askeri birliklere ateş açması ile olaylar buraya da sıçrıyordu. Sonuç, 25.000'ne yakın ölü. Olayların tek sorumlusunun Museg olduğu, o tarihlerde Adana İngiliz Konsolosluğu'nda görevli Binbaşı Douty-Wylie, Amerikalı misyoner Mr. Chamberg, Tarsus Amerikan Koleji Müdürü Mr. Christin tarafından da onaylanmıştır. Osmanlı Hükümeti iki taraftan sorumluluları bir ayrıcalık yapmadan cezalandırır. Aynı yıl Ağustos ayında Adana'ya Vali olarak atanan Cemal Paşa, Harp divanı kararını yerine getirerek Adana'da 30, Erzin'de 17 olmak üzere 47 müslüman Türkü idam ettirir. İdamla cezalandırılan Ermeni ise sadece bir kişidir. Asıl sorumlu Museg ise kaçarak yakasını kurtarır.
Cemal Paşa, içerisinde Ermenilerin de yer aldığı bir komite kurarak zarar görenlerin zararlarını tesbit ve yıkılan dükkan ve evleri fark gözetmeden yeniden inşa ettirir. Daha ziyade Türklerin cezalandırılması ve hak gözetmeden herkesin zararının giderilmesi Trük adaletinin bir örneği olarak gösterilebilir.
Amerika ve Batılılar soykırım iddialarına, 1915 yılında cereyan eden olayları dayanak yapmaktadırlar. 1915 yılının öncelerine şöyle bir göz atmak gerekiyor. Fransız ihtilalinin ektiği tohumlar, Romen, Bulgar, Sırp ve Rumlar gibi, Osmanlı İmparatorluğu içerisinde yaşayan Ermenileri de örgütlenmeye sevk etmiştir. Hınçak, Taşnaksutyan, Ramgar gibi terör örgütleri kurulmuştur. Ruslarla Osmanlılar arasında oluşan her itilafta, onlara hizmet için içeride huzursuzluklar çıkarmışlardır. 1892 yılında bir ara bütün kiliselerde isyan çağrıları yapmışlardır.
Daha önce 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında Ermenilerin Rusya tarafını tutarak Türklere yaptıkları kötülükler ve Türkiye'deki Ermenilerin devamlı tahrikleri unutulmamış idi. Kendilerini arkadan vuracak bir gücü etkisiz kılmak için tedbir almak Osmanlıların da en doğal hakkıydı. Çıkarılan bir Kanunu Muvakkat ile, bu yörede yaşayan Ermenilerin savaş sonunda tekrar yerlerine getirilmek kaydıyla yine bir Osmanlı toprağı olan Suriye'ye göç ettirilmeleri kararlaştırıldı. İşte, Batı'nın ve Amerka'nın bitmez tükenmez şekilde istismar ettikleri soykırım iddiası budur. Kaldı ki, bu iş Türkiye'de gerektiği zaman kendi vatandaşına da tatbik edilmiştir.
Bu Techir Kanunu gereğince Ermenilerin göçleri esnasında bir saldırıya uğramamaları ve bakımları için mümkün olan tedbirler de alınmıştır. Cemal Paşa hatıratında kendi bölgesinden geçiş sırasında bunların sağlık ve gıda durumları ile bizzat ilgilendiğinden söz eder. Savaş şartları altında yapılan böyle bir göçte kayıpların olması çok doğaldır. Rusların istilası sırasında Ermeni zulüm ve cinayetlerinden kurtulmak için güneye ve daha batıya göç etmek zorunda kalan Türklerin uğradığı zarar ve felaket, Ermenilerin maruz kaldığından daha aşağı değildi. Belirttiğimiz gibi, Trablusgarp, Balkan Savaşları gibi savaşlardan çıkmış zayıf bir Osmanlı Devleti'nin imkanlarını da unutmamak gerekir. Ancak, Avrupalılar ne bu durumu, ne de aynı şekilde göç eden Türklerin uğradığı durumu hiç dikkate almadan, imkansızlıkların doğurduğu olayları çok büyüterek bir soykırım hadisesi yaratmaktan ve bitip tükenmek bilmeyen bir şekilde istismar etmekten geri durmamışlardır.
İşgalde Cereyan Eden Bazı Olaylar
Mersin'in işgali sırasında karaya çıkan Ermeni lejyonuna mensup Ermeniler şimdiki Uluçarşı'nın yerinde bulunan Gümrük Binası'nın üzerinde bulunan ay-yıldıza tahammül edemiyerek kırmışlardır.
Tece Faciası:
Birleşik Ermeni Komitesi, Türk köylerine saldırmak için Mersin'de bulunan Ermenilerden Zeytun'lu Arşak Çavuş köyleri ve yollarını iyi bilen gezgin kalaycı Karabet, Sefer ve Marko kılavuzluğunda otuz kişilik bir Ermeni eşkiya çetesi teşkil edilmiştir. Bu grup, 20.02.1919 günü Tece köyüne gelmişler, köy halkını meydanda toplamışlar ve oradakilerin üzerinde nesi varsa soyup almışlar, evleri yağmalamışlar. Parasının yerini söylemeyen köyün ileri gelenlerinden Molla Ahmet Efendi ateşe atılarak yakılmış, Nahiye Müdürü Hakkı Efendi'nin parmakları taş üzerine konularak dipçikle ezilmiştir. Bu vahşete dayanamayan İlyas oğlu Hanna adındaki kişi, "bu vahşete ne Allah, ne Musa ne de İsa razı olur" dediği için öldürülmüştür. Köyden ayrılırken birçok evi de ateşe vermişlerdir.
Yeniköy Faciası:
Ermeni Eşkiyası, Bahçe Mahallesi Yeniköy mevkiinde Trablusgarp asıllı Türk uyruklu bir şahsı, altı kişilik ailesi ile birlikte öldürmüşler ve birkaçının başlarını gövdelerinden ayırmışlardır.
Bayrak Olayları:
İşgal kuvvetleri Mersin Guvernör'ü Bnb. Anfre, Hükümet Konağında Fransız bayrağı asmaya muvaffak olamayınca, makam odasının penceresine bayrak astırmıştır. Ancak, Türk memurlar bu bayrağın altından geçmemek için, hükümet konağının arka kapısından dairelerine gidip gelmeye başlamışlardır.
Bir diğer olay, şimdiki Ulu Caminin yerinde bulunan Yeni Caminin minaresine çekilen bir bayrakla ilgili olarak yaşanmıştır. İşgal esnasında Türk Bayrağı'nın asılması yasaklanmıştı ve Caminin müezzini Hacı Dede, bir cuma günü minareye Türk Bayrağı'nı asınca tutuklanır.
Bir başka olay da vatandaş diye bağrımıza bastığımız kişilerden tarafından gerçekleştirilmiştir. Bir cemiyet yararına verilen bir müsamerede, bina; Fransız, Ermeni ve Suriye bayrakları ile donatılmış, binanın kapısı önüne de eski bir Türk Bayrağı paspas olarak konulmuştur.
İşgalin Son Günleri:
Milli Kuvvetlerin gittikçe artan baskısı ve kendi ülkelerindeki eleştiriler, Fransa'yı düşündürmeye başlamıştı. Fransa Başbakanı Brian, konunun görüşülmesi için kabinesini 08.06.1921 tarihinde acele olarak toplantıya çağırır. Zira, Mareşal Liyote, Hariciye ve Harbiye Bakanlıklarına gönderdiği raporlarda işgalin kaldırılmasını kesinlikle tavsiye etmişti. Bu toplantıda, eski bakanlardan ve Hariciye Encümeni Başkanı Franklin Buyyon'un Mustafa Kemal Paşa ile barışı sağlamak için görüşmeye yetkili kılınmasına karar verildi. Franklin Buyyon, Mustafa Kemal Paşa ile ilk resmi temasını 13.06.1921 Pazartesi günü Ankara Gar'ının yanındaki tarihi binada yapar. Günlerce süren görüşmelerden sonra 20.10.1921 tarihinde Ankara Antlaşması imzalanır. Bu antlaşmanın diğer bir önemli yanı, yeni Türk Hükümetinin Fransa tarafından tanınmış olması idi.
Antlaşma, İngiltere ve bilhassa Yunanlılar üzerinde çok kötü etki yaptı. İngiliz gazetesi Times, 14.11.1921 günkü sayısında yayınladığı makalesinde, İngiliz Başbakanının isabetsiz ve yanlış politikasını eleştiriyor ve Yunan ordusunun düştüğü feci duruma Başbakanın dikkatini çekiyordu.
Fransızlarla M.Kemal Paşa'nın antlaşma görüşmelerine başlaması, Ermeniler üzerinde de büyük korku yaratmıştır. Ermeni Delegasyonu tarafından Fransa Hariciye Nezaretine yaptıkları 5 Kasım 1921 tarihli bildiride şöyle denilmiştir. "Sizin Türklerle bir antlaşma yaptığınızı, bütün Fransız Kuvvetlerinin Kilikya'dan çekileceğini öğrendik ve çok korktuk. Bu korku devam ediyor ve rahat değiliz... Bütün Ermeniler ve Hıristiyanlar Fransız rejimi altında çok mesut idik.... Ermeniler Fransızlar uğruna kan dökmüşlerdir. Hizmetlerimiz bütün Fransızlar tarafından ve bilhassa Albay Andrea tarafından takdirle karşılanılmıştı... Bütün Ermeniler ve Hıristiyanlar Kilikya'da Fransız mandası altında kalmayı umuyorlardı. Meşru Osmanlı Hükümeti dururken, isyancı Kemalistlerle antlaşma yapılmamalı idi... Ekalliyetlerin haklarını koruyan Londra Antlaşması nazara alınmamıştır... Sizden rica ediyoruz, Kemalist kuvvetlerin Kilikya'ya girmesini men ediniz."
Ankara antlaşmasının Ankara ve Paris'te açıklanmasından sonra, Türk ordusunu temsilen Muhittin Paşa, hükümet adına İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Hamit Bey, Fransız temsilcisi Franklin Buyyon, 30.11.1921 günü Adana'ya gelmişlerdir. Mustafa Kemal Paşa tarafından yayınlanan 05.12.1921 günlü beyannamede, bu vatan parçasının tekrar Anavatan'a kavuşmasından duyduğu memnunluğu belirtiyor ve din, ırk farkı gözetilmeksizin burada yeniden birlikte yaşamanın gerekliliğine işaret ediliyordu. Ancak bu açık beyana rağmen, Ermeniler Çukurova'dan süratle kaçmaya başlamışlardı. Bunun nedeni daha önce işlemiş oldukları cinayetlerin vebali idi. Mersin'den birkaç gün içerisinde kaçan Ermenilerin sayısı 21.360'a ulaşmıştı. Fransız Akdeniz Filosu Ermenilerin kaçışını koruyordu. Pasaport işlemleri Mersin'deki Ermeni Kilisesinde yapılıyordu. Filistin, Kıbrıs, İstanbul ve İzmir'e daha fazla Ermeni muhacir kabul edilemeyeceği bildirilmişti. Halbuki, Mersin'de daha binlerce Ermeni vapur bekliyordu. Adana - Mersin ve Adana - İskenderun trenleri bir taraftan kaçan Ermenileri, bir taraftan da buraları tahliye eden işgal kuvvetlerini taşıyordu. Mersin, görülmemiş bir insan kalabalığı ile dolmuştu.
Kaçan Ermeniler arasında, vatanına ihanet eden Türkler de bulunuyordu.
Mersin'in Kurtuluşu :
Çukurova'yı teslim alacak Türk kuvvetlerinin başına Muhittin Paşa getirilmişti. Mersin Bölgesi kumandanlığına ve bu vazife ile birlikte tesellüm ve tahliye Komisyonu Başkanlığına da Kurmay Albay Şükrü Naili, üyeliğe de Kurmay Yzb. Ahmet Sabri ve Tğm. Sırrı Bey atanmıştı. Bu güzide komutanların göreve başlaması ile Adana ve Mersin'de Türk Garnizonları kurulmuş oluyordu. Çukurova'nın kurtuluş günü olarak 5 Ocak tarihi kabul edilmiş ve uzun süre Mersin'de kurtuluş günü olarak kutlanmıştı. Ancak, Kenan Kayaselcuk isimli bir hemşehrimizin şahsi gayreti ile Mersin'in kurtuluş gününün 5 Ocak olmayıp, 3 Ocak olduğu kabul edilmiştir. Genel Kurmay Başkanlığı'nın 26.01.1984 günlü 3214-884 sayılı yazısına dayanarak Mersin Belediye Meclisi aldığı 28.12.1984 tarih, 500 sayılı kararı ile Mersin'in kurtuluş günü 3 Ocak 1922 olarak kabul edilmiştir.
Mersin'in kurtuluş günleri eskiden çok görkemli bir şekilde kutlanırdı. Halk arasında bayramın adı Çete Bayramı olarak geçerdi. Mücadeleye katılan müfreze komutanları ve çeteler o tarihlerde hayatta olduklarından, o günkü kıyafet ve silahları ile şehre girerler ve geçit yaparlardı. Şehitler, çocukları tarafından temsil edilirdi. Cephede savaşıp, o tarihte Mersin'de olmayanlar da kurtuluş günü Mersin'e gelir ve törene katılırdı. Zamanla bu bayram eski coşkusunu kaybetmiş olsa da, günümüzde bir hafta süren panel ve konferanslarla yeniden eski coşkusu kazandırılmaya çalışılmaktadır.
--Sayfa Başı--
1 yorum:
gerçekten süper
Yorum Gönder